Göl Tipleri Nelerdir? Toplumsal Cinsiyet, Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Perspektifinden Bir İnceleme
Göl tipleri, doğada farklı su birikintileriyle karşımıza çıkan bir kavram olsa da, toplumsal hayatta da farklı anlamlar taşır. Bu yazıda, “göl tipleri nelerdir?” sorusunu sadece ekolojik bir bakış açısıyla değil, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet perspektifinden de ele alacağım. Sokakta gördüğüm, toplu taşımada karşılaştığım, işyerinde gözlemlediğim sahnelerle bu konuda düşündüklerimi bir araya getirip, teoriyi günlük hayata nasıl bağladığımı anlatacağım.
Göl Tipleri ve Toplumdaki Yansımaları
Göl tipleri genellikle suyun durgun olduğu, hareketliliğin az olduğu yerler olarak tanımlanır. Ancak, toplumsal hayatta da bir durgunluk hali söz konusu olabilir. Mesela, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile ilgili yaşadığımız durumlar, bazen bir “göl” gibi toplumda duraksayan ve hareketsiz kalan yapıları ifade eder. Bu göller, farklı grupların içinde sıkışıp kaldığı, dışarıdan müdahale almadığı ve gelişim gösteremediği yerlerdir.
Bir sabah, İstanbul’da işe gitmek için metroya bindiğimde, karşımda yine aynı tabloyu gördüm. Yaşlı bir kadının, toplu taşıma aracıyla seyahat etmekte zorlandığını fark ettim. Metronun kalabalığı, engelli bireylerin hareket etmesini zorlaştıracak şekilde dizilmişti. O an fark ettim ki, toplumsal cinsiyet ve yaşlılık gibi faktörler, birçok kişiyi “göl tipleri” gibi sıkışmış bir durumda bırakıyor. O kadın, dışarıdan yardım almadığı sürece bir adım bile atamayacaktı.
Toplumsal Cinsiyet ve Göl Tipleri
Göl tipleri toplumda cinsiyet temelli eşitsizliklere de çok benzer. Toplumda cinsiyet eşitsizliği, özellikle kadınların ve LGBTQ+ bireylerin maruz kaldığı sistematik engellerle kendini gösterir. Bu engeller, kişilerin kendilerini ifade etmelerini, kendilerini gerçekleştirmelerini zorlaştırır ve onları bir tür “göl” gibi hareketsizliğe hapseder.
Bir arkadaşım, işe gitmek için her sabah toplu taşıma kullanıyor. O, kadın olduğu için her gün karşılaştığı tacizler, durgun bir suyun içinde sıkışmış gibi hissediyor. Metroda bir adamın sırf kıyafeti yüzünden ona söylediği kötü sözler, onu hem fiziksel hem de duygusal olarak bir “göl” içinde tutuyor. Kadınlar, toplumda her gün bu tür tacizlerle, görünmeyen engellerle karşı karşıya kalıyor. Bu durum, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ne kadar derin bir şekilde hayatımızı etkilediğinin bir örneğidir.
Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Perspektifi
Çeşitlilik, toplumsal adaletin temel bir parçasıdır. Farklı ırk, etnik köken, din ve cinsiyet kimliklerine sahip bireylerin eşit fırsatlara sahip olmaması, toplumun büyük bir kısmını durgunluk içine itmektedir. Her birey için eşit bir yaşam alanı yaratmamak, göl tiplerine benzer bir izolasyona yol açar. Bir grup insan, sahip oldukları kimliklerinden ötürü toplumdan dışlanır ve kendi içlerinde bir “göl” gibi kısıtlanmış bir yaşam sürerler.
Geçen gün, bir sivil toplum kuruluşunda çalışırken, bir etkinlik için hazırlık yapıyorduk. Gönüllülerden biri, etnik kimliği nedeniyle iş yerinde sürekli dışlanıyordu. O, hep “göl” gibi hissediyordu; sesini duyuramıyor, kendini ifade edemiyordu. Etkinlik için hazırlık yaparken ona cesaret verdik, çünkü gerçekten de toplumda bu tür dışlanmışlıklar insanı durgunlaştırabiliyor.
İstanbul’da, işyerinde ya da sokakta, bazen farklı cinsiyet kimlikleri, etnik kökenler ve yaşam tarzlarına sahip insanlar birbirlerine bakarken bir adım dahi atmaktan çekiniyorlar. Birçok insan, yalnızca başkalarının kimlikleri nedeniyle kendini “göl” gibi hissediyor, özgürce hareket etmekte zorluk çekiyor.
Göl Tipleri: Toplumdaki Sıkışmışlıkları Aşma
Göl tipleri, sadece fiziksel değil, toplumsal bir sıkışmışlık halini de ifade eder. İnsanlar, toplumun kendilerine biçtiği kimliklerden ötürü, çok defa bu kimliklere uymak zorunda kalır ve kendi özgünlüklerini yaşamakta zorlanırlar. Bu, bireyleri toplumdan izole eder ve onları “göl” gibi hareketsiz bir alana yerleştirir. Bu sıkışmışlık, sosyal adaletin ve eşitliğin sağlanması için atılacak adımların önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Sonuç olarak, göl tipleri sadece doğada gördüğümüz su birikintileriyle sınırlı kalmaz. Toplumda da farklı kimlikler, cinsiyetler, yaşlar ve etnik gruplar, kendilerini hareketsiz bir alanda bulabilirler. Bu durumu aşmanın yolu ise, herkesin eşit haklara sahip olduğu, cinsiyet, etnik kimlik veya diğer farklar nedeniyle dışlanmadığı bir toplum yaratmaktan geçer.